Nasıl ve Niçin Ölürüz?




Tarih boyunca insanlık bu sorulara hep cevap aramıştır. Daha doğrusu Ben kimim? Nereden geliyorum? Nereye gidiyorum? Soruları her zaman özellikle bilim insanları, felsefeciler, doktorlar ve din adamlarının kafalarını meşgul etmiştir.

***

Her ne kadar modernleşsek de, teknolojik olarak yenilensek de değişmeyen gerçek insanoğlunun hayatla ölüm arasındaki ince çizgide yaşamış olduğu gerçekliktir. Günümüzde anti aging proğramlar, gençleşme kürleri ya da detoks proğramları hep bu kaygının ürünüdür aslında.

Tıp camiasında milyar dolarlık bütçeler hep insan hayatının bir an daha uzatılması ya da yaşadığı ömrü daha kaliteli yaşamasıdır esasında. Fizik, kimya, biyoloji ya da mühendislik; bir şekilde tıp sektörüne teşhis ve tedavide yeni ürünler sunmak için canla başla çalışmaktadır.

***

Her gün milyonlarca insanın öldüğü varsayımından hareketle ölümü biraz daha iyi anlamak onunla mücadele etmek ya da ölümü yönetmek herhalde hem en gerekli ve zor görevlerden birisi olsa gerektir. Çünkü biz biliriz ki; İnsanlığın en önemli meselesi ‘Ölüm Hakikatı’dır.

***

Bir acil hekimi olarak her gün yüzlerce acil hastayı yönetmek durumunda kalıyoruz. Bu bağlamda her ölümün zamansız ölüm olduğunu biliyoruz ve yaşıyoruz. 

ÖLÜMÜN TIBBİ BOYUTU

İnsanın yaşıyor olabilmesi için tıbbi olarak bir pompa olan kalbinin çalışması, akciğerlerinin nefes alışverişini devam ettirmesi gerekir. İnsanın sosyal bir varlık olabilmesi için de oksijenden zengin ve kan şekeri içeriği yeterli kanın beyne ulaşması gerekir. Bu döngüde olabilecek herhangi bir aksama sonucu beyne kan akışının 3-5 dakika gibi kısa bir süre gitmemesi geri dönüşümsüz olarak beynin ölmesine ve hastada tıbbi ölümün başlamasına neden olur. Bunun içindir ki acil tıbbın en önemli sloganı ‘Zaman eşittir Beyin’ dir. Her ne kadar modern tıp varlığını ispat edemese de ruh denilen varlığın bedenden ayrılması ölüm olarak değerlendirilir.

Tıbbi olarak birçok nedene bağlı olarak ölüm gerçekleşebilir. Bu neden kanser olabilir, böbrek yetmezliği olabilir. Karaciğer sirozu ya da beyin kanaması olabilir. Her ne sebeple olursa olsun ölümün tıbbi olarak sebebi kalbin kasılamaması, akciğerlerin kanı oksijenlendirme görevini yerine getirememesi; bunun sonucu olarak da beyne oksijenden zengin kanın gidememesidir.

Bu bağlamda bir iki noktaya temas etmekte fayda vardır. Günümüzde hasta hekim ilişkilerinin ne kadar kötü olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Ancak bunun en önemli nedenlerinden biri şudur ki:

Şifa bulmakla ölümsüz olmak birbirinden çok farklı kavramlardır. Bu gerçeği hem sağlık hizmeti sunucuları hem de hasta ve hasta yakınları iyi bilmelidir.

Bu konuda Ivan Ilrich’in tespitleri önemlidir. Ilrich der ki: Halis bir erdem sahibi olmak için 3 şeyi bilmek gerekir:

  1. Ölümü asla öldüremeyeceğiz.
  2. Hastalıkları asla tedavi edemeyeceğiz.
  3. Mutlaka öleceğiz.

***

Ruhun ne olduğu ve mahiyeti üzerine değişik çalışmalar vardır. Ancak bu çalışmaların bize verdiği doyurucu bilimsel bilgiler ne yazık ki henüz yoktur. Ölüm anında neler olduğunu araştıran termal kamera vs ile yapılan çalışmalar vardır. Ancak henüz çalışmalar sonuçlanmamıştır.

ÖLÜMÜN PSİKOLOJİK BOYUTU

Elbette doğan her canlı yaşamak ister, Uzun yaşamak ister, sağlıklı yaşamak ister. Ölmemek ister. Bu nedenle her an ölümü düşünerek yaşamak insana büyük bir ıztırap verir. Ancak ne çare ki ölüme çare ‘şimdilik’ yoktur.

Hasta yakınlarının yas reaksiyonunu yaşamasına izin verilmelidir. Gerekirse psikolojik ve dini destek almalarına izin verilmeli/yardım edilmelidir.  

ÖLÜMÜN SOSYOLOJİK BOYUTU

Hasta vefat ettikten sonra da hastanenin ve sağlık çalışanlarının bazı görev ve sorumlulukları olduğu unutulmamalıdır. Vefattan sonra da cenazeye saygı duyulmalı; mahremiyetine ve özlük haklarına dikkat edilmelidir. Cenaze aileye teslim edilene kadar korumalı mekanlarda muhafaza edilmelidir. Ailenin inançlarına uygun hareket edilmelidir. Bu işlemler sırasında bir psikolog ve/veya din adamının olayı yönetmesinde fayda vardır.

***

Bizler sosyal birer varlıklarız. Dolayısıyla doğumumuz da ölümümüz de sosyal birer seremonidir. Vefat olayı gerçekleştikten sonra ailenin ve toplumun yapması gereken bazı görevleri vardır.

Öncelikle her insanın kendi geleneklerine ve inançlarına uygun olarak ölüm törenini gerçekleştirmesi ve ‘defnedilmesi’ en doğal hakkıdır. Aile, toplum ve/veya devlet bu görevi hakkıyla yerine getirmelidir. Vefat eden şahsın bu konuda herhangi bir vasiyeti varsa o vasiyete uyulmalıdır.

Ayrıca ailenin taziyeleri kabul etmesi de sosyal bir seremonidir. Bu sürede taziyeye gelenler ailenin hassasiyetlerine saygı duymalıdır. Dinimizde taziye süresi 3 gündür. 3 günden sonra taziyeye gitmek mekruhtur.

Öte yandan taziyeye gelenlerin bazı hassasiyetlere de uymasında yarar vardır.

  • Taziye ziyaretleri kısa tutulmalıdır.
  • Taziye ziyaretlerinde siyasi propaganda yapılmamalıdır.         
  • Taziye ziyaretlerinde herhangi bir ticari pazarlama yapılmamalıdır.  
  • Taziye ziyaretleri ziyafet törenlerine evrilmemelidir.
  • Taziye ziyaretlerinde tartışılmamalıdır.
  • Taziye ziyaretlerinde ailenin acısını tazeleyecek konuşmalardan uzak durulmalıdır.

ÖLÜMÜN DİNİ BOYUTU

Aslında ölüm de doğum kadar doğal ve hayatın içinde olan bir gerçektir. Bizler günlük hayatımızda bazen ‘daha doğrusu her zaman’ bu gerçeği görmezden geliriz. Ne zaman bir yakınımız vefat ederse ya da televizyonda bir şehit haberi geçerse o zaman ölümü hatırlarız. Onu da ‘en kısa zamanda’ unutmak için elimizden geleni yaparız.

Aslında bu insan oluşumuzun da doğal bir sonucudur. Çünkü beynimiz kötü ve istemediğimiz bilgileri unutarak ya da zihnin oldukça gerilerine atar. Böylece ölümü/hayatı daha dayanılır hale getirir.  

***

Pozitif bilimler ölüme çare bulamayınca insanları hem bu düşünce ile yaşatabilmek hem de ölümü daha kabullenebilir bir olay haline getirmek din bilimcilere ve dinlere düşmüştür.  Her gün öleceğini, yok olacağını düşünerek yaşamak insanlara tarih boyunca büyük bir ıstırap vermiştir. Nitekim tarihteki birçok kral ya da imparator öldükten sonra tekrar dirilme arzusu ile ziynet eşyaları, hizmetçileri, ya da gerekli yaşam malzemeleri ile birlikte gömülmüştür. Nitekim Mısır Firavunlarında bunu görmekteyiz.

Öte yandan gerek semavi olsun gerekse diğer dinlerde ‘öldükten sonra tekrar dirileceğimiz başka bir dünyada hayata devam edeceğimiz; o dünyadaki şartlarımızı bu dünyadaki yaşam şartlarımızın belirleyeceğine dair öğretiler’ vardır. Bu öğretiler Budizm’den Şamanizm’e; Hıristiyanlık’tan İslamiyet’e kadar tüm dinlerde değişik şekillerde yer alır.

Biz hekimler çoğu defa hasta öldükten sonra işimizin bittiğini sanarız. Aslında bir doktor olarak biter ancak bir insan olarak görevlerimiz devam eder. Vefat eden bir insana kendi inançları ve gelenekleri doğrultusunda defin işlemlerini sağlamak ve mevtaya en az canlı hasta kadar saygı göstermek bir insanlık görevimizdir.

Sonuç olarak:

Ivan Ilrich’in dediği gibi: Halis bir erdem sahibi olmak için üç şeyi bilmek gerekir: Ölümü asla öldüremeyeceğiz. Hastalıkları asla tedavi edemeyeceğiz. Mutlaka öleceğiz. Ancak biz hekimler olarak ‘bazen’ ölüme geçici bir hayat tarzı verebiliriz.

Öte yandan hastalıkları teşhis etmek, tedavi etmek ne kadar görevimiz ise ölümü de yönetmek, ölen hastanın haklarını korumak ve ölümden sonra ailenin ölümü kabullenmesine yardım etmek de görevimiz olmalıdır.


İlgili Etiketler

İlgili etiket bulunamamıştır.


Bu makale 2.3.2020 07:12:48 tarihinde eklenmiş ve toplam kere okunmuştur.


Hava Durumu


Piyasalar