Hz. Ömer ya da tam adı ile, Ömer bin Hattab. 581 tarihinden doğmuş, 3 Kasım 644’de uğradığı bir suikast sonucu ölmüştür. Hz. Muhammed'in bir sahabesidir. İslam Devleti'nin Ebû Bekir'den sonraki halifesidir. 10 yıl halife olarak İslam devletini yönetmiştir.
Miladi 31 Ekim 644'te, kendisinden alınan verginin azaltılmasını isteyen, ancak talebi kabul edilmeyen Mugire bin Şu'be'nin Fars kölesi Ebû Lü'lüe tarafından Medine'de sabah namazında hançerle saldırıya uğramıştır. Saldırgan intihar ederken, Ömer bin Hattab saldırıdan dört gün sonra 3 Kasım 644'te ölmüştür.
Hz. Ömer bıçaklanma sonrası hemen ölmemiş, 4 gün sonra ölmüştür. Bu çok önemli bir ayrıntıdır.
Anlatılanlara göre Hz. Ömer Sabah namazını kıldırdığı ya da kıldırmaya hazırlandığı sırada arkadan yaklaşan birinin haince saldırısı ile yaralanmıştı. İnsanların %90’ının sağ elini kullandığını varsayarsak büyük ihtimal ile arkadan yaklaşan kişi Hz. Ömer’i sağ taraftan bıçaklanmış olmalı. Bir rivayete göre koltuk altından bıçaklanmıştır. Sağdan değil sol taraftan (sol el ile saldırılan bir bıçak ile) bıçaklansaydı kalbinden ya da büyük damarlarından birinden yaralanma ve hemen ölme riskini getirirdi. O halde buradan sağ taraftan saldırıldığı sonucunu çıkarabiliriz.
Hz. Ömer’in 4 gün daha yaşaması ve hemen ölmemesi yine bize büyük ihtimal ile pnömotoraks yani o tarafın akciğerinin sönmüş olduğunu gösteriyor.
Akciğer enfeksiyonu yada sistemik bir enfeksiyon olsa ölüm-septik süreç bu kadar kısa sürede nadiren olurdu. Genelde 1 hafta ile 10 gün veya daha uzun süre gerekirdi. Bu nedenle ölüm sebebi olarak enfeksiyonu da eliyoruz.
1999 yılına gidelim. David Russell’in yönettiği “3 Kings” (Üç Kral) adlı filmde Irakta yasa dışı olarak Saddam’ın hazinesini arayan 3 Amerikalı askerin hikayesi anlatılır.. Film vasat ve sıkıcı bir filmdir. Ama bir sahnesinde görsel ve tıbbi olarak ön plana çıkar.
Akciğerinden yaralanan ve akciğeri sönen asker arkadaşına asker ufak bir kalem ile müdahale edip, akciğerin sönmesini önler ve hayatını kurtarır. Bence: Tıbbi olarak mükemmel bir danışmanlık ve görsel efekt ile çekilmiş bir sahnedir.
Tekrar Pnömotoraks’a yani akciğer sönmesine dönelim. Bu durumu ortalama bir vatandaşın anlayabileceği şekilde açıklayalım. Pnömotoraks halk arasında akciğer sönmesi olarak ta bilinen çok acil bir durumdur.
Günümüzde tıp o kadar dallarına ayrıldı ve özelleşti ki bazen doktorlarda pnömotoraksda tanı koymakta zorlanabilmektedir.
Bundan yaklaşık 10 yıl önce o zaman küçük cerrahi branşlardan birinde doçent olan bir hekim beni telefon ile aradı. Kardeşini iyi tanırım, rastlantı bu ya kardeşinin ismi de Ömer’di. Hocam kardeşim Ömerin tuvalette şekeri düşmüş, düşmüş bayılmış dedi. Mümkün değil dedim.
Akciğer dokusunda bül dediğimiz büllöz akciğer olgularında göğüs içi basıncını arttıran manevralarda örneğin tuvalette ıkınma gibi bu büller patlayabilir. Bülün büyüklüğüne göre de solunum etkilenir.
Ömer’de muhtemel pnömotoraks olmuş, hemen acile gidiyorsunuz ve akciğer filmi çektiyorsunuz dedim. Acile gidip akciğer filmi çektirmenin en büyük handikabı akciğer filminin normal olmasıdır ki bu durumda öyle olması iyi bir şeydi.
Acile gidilip çekilen filmde telefon ile anamnezden koyduğum tanı doğrulandı. Yaygın pnömotoraksı olan hastayı ameliyata alıp hayatını kurtardık. Ameliyatın anestezi bölümüne ben girdim. Özel tek akciğeri söndüren çift lümenli tüp yerleştirdim. Jet ventilasyon denilen çok özel bir solunum desteği uyguladım. Bu teknikleri kullandığım hastada, cerahi prosedürde hızlıca ve başarı ile uygulandı ve hasta ameliyattan başarı ile sağ salim çıktı. Hastanın tanısını koyup, mükemmel bir anestezi uygulayıp hastanın hayatını kurtarmam rağmen bir teşekkür bile edilmedi. Hatta göğüs cerrahına doçent arkadaş son model bir bilgisayar hediye etmiş, bunu duymak canımı acaip sıktı. Anestezi mesleğinin cilvesi de budur işte. Hep görülmeyen kahramansınız.
Tekrar pnömotoraksın tıbbi mekanizmasına dönelim. Buradaki temel problem akciğer ile göğüs kafesi arasına hava kaçmasıdır. Kaçan hava miktarı kadar, o taraftaki akciğerde sönme olur. Bu nedenle hava miktarı ne kadar fazla ise nefes darlığı da o kadar fazla olur.
Akciğerlerimiz hava ile dolu bir balona benzer. Balonun herhangi bir yerden delinmesi ya da yırtılması hava kaçağına neden olur. Kaçan bu hava akciğer ile göğüs kafesi arasına sıkışır ve akciğerin sönmesine yani tıbbi dilde atelektaziye neden olur. En sık neden özellikle gençlerde çok küçük hava keselerinin (bleb/ bül) kendiliğinden patlaması ile olur. Tedavisi akciğer ile göğüs kafesi arasına bir tüp yerleştirilerek havanın boşaltılması ve akciğerin tekrar açılmasının sağlamaktır. Bazen bu hava kaçağı artarak devam eder ve göğüs kafesi içinde oluşan hava basıncı o kadar artar ki kalp, ana damarlarımız ve karşı tarafta ki sağlam akciğer de baskı altında kalabilir. Bu durum tansiyon pnömotoraks olarak adlandırılır ve hayati tehlikesi çok yüksektir. Tansiyon pnömotoraksta, hava biriken göğüs kafesine ucuna eldiven parmağı bağladığımız ve kestiğimiz bir iğne batırarak havanın çıkmasını sağlayabiliriz. Göğüs kafesinin içi negatif basınçta olduğu için, eldiven parmağı dışarıdan gelebilecek hava ile büzüşeceği ve havanın girmesini engelleyeceği için çok faydalı olur ve hayat kurtarır.
Eğer 1500 yıl önceye Hz. Ömer’in yanına ışınlansaydık, küçücük bir boru, iğne, içi boş küçücük bir dal parçası ile Hz. Ömer’in akciğer ve akciğer zarı arasındaki havayı çıkartır ve hayatını kurtarabilirdik. Ezel dizisinde ki dayı karakterini oynayan Tuncer Kurtiz’in en sevdiğim repliği “bir şey olmuyorsa ya daha iyisi olacağı için ya da gerçekten de olmaması gerektiği için olmuyordur” lafı ile Hz. Ömer’in ölümünün vardır bir sebebi deyip bu vesile ile Hz. Ömer’i rahmetle analım.
Dipnot: Göğüs Cerrahisi uzmanı Prof. Dr. Ahmet Demirkaya’ya tıbbi metin konusunda ki yardımlarından dolayı teşekkür ederim
Bu makale 22.9.2024 09:51:59 tarihinde eklenmiş ve toplam
kere okunmuştur.
2024© Bu sitenin tüm hakları saklıdır.