Küresel Şehir Kime Göre, Neye Göre?




Sanayileşme sürecinin başlamasından itibaren geçen yüzyıllar içerisinde, nüfus bütün dünyada kırsaldan kente doğru kontrolsüz bir ivme kazanmıştır. Bütün amacı iş bulmak ve daha iyi bir hayat yaşamak olan kitleler, yaşadıkları yerlerde eskiden var olan imkânların bir bir ellerinden alınması ile beraber, geri dönüşsüz şekilde şehirlere adeta hücum etmişlerdir.

Şehirler demografik ve sosyolojik açıdan geçirdikleri çalkantılar ile beraber, kendilerine yeni kimlikler üretmeye çalışmaktadırlar. Kimi şehirleri kalabalıklaştıran nüfus henüz 2-3 nesli geçmediği için hemşeri olma bilinci oluşmamakta, tam tersine gelen insanlar köylerine, hatta mahallelerine varıncaya kadar yerel derneklerini kurarak, yeni adreslerinde evvelki yerlerindeki alışkanlıkları devam ettirmeye çalışmaktadırlar.

Bu durum, kentli olmak hedefini kaybetmemek şartıyla, insanların kültürel özelliklerini devam ettirmeleri ve gelecek nesillere aktarabilmeleri için olumlu bir gelişmedir. Zira özellikle büyükşehirlerde, önceki nesillerin önemle üzerinde durduğu pek çok ortak örf, adet ve gelenekler giderek kaybolmaktadır.

En az 100 yıldır şehirlerimiz yeniden inşa olmaktadır. Şehirlerdeki sosyokültürel, sosyoekonomik değişimler, oraların imarına yansımakta ve bize sonuç çıktısı vermektedir.

Şehirlerin kent planları, yeşil alanları, yolları, kaldırımları, binaların estetikleri, zemin durumları dikkate alınarak sağlam yapılmış ya da tam tersi olmuş yapı stokları, kültürel hayatın yaşanma şekilleri, her şey ama her şey bu süreçlerin eseridir.

Bir şehre girdiğinizde, içinizi ferahlatan caddeleri, yeşil alanları, rahat trafiği, gözü tırmalamayan estetik dolu sağlam yapıları ve mutlu insanları görüyorsanız, o şehirde kimler olursa olsun, sayıları ne olursa olsun, ortak bir sahiplenme ve hemşerilik bilinci oluşmuş demektir.

Bu açıdan bakıldığında Türk şehirleşme hareketlerini 3 döneme ayırmak mümkündür. 

Birinci dönem, geç Osmanlı dönemi ile birlikte Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren 1991 yılına kadar olan dilimdir. 

İkinci dönem 1991 ile 2015 yılları arasında olan zamandır. Üçüncü dönem 2015 ve sonrasıdır.

1991 yılına kadar adeta tıka basa dolan şehirlerde iflas eden altyapı ve üstyapı hizmetleri için belediye denilen bir kurumun varlığı neredeyse unutulmuştu. Yerel yönetimlerin demokrasilerin altın gücü olduğu, sorunlara çare üretebilecek birçok imkânı olduğu bilinci toplumda tam olarak oturmuş değildi.

İnsanlara belediye denildiğinde, gözlerinin önüne seyyar satıcının peşine düşmüş zabıta resmi gelmekteydi. Çünkü belediyeye ait başka bir fotoğraf yoktu zihinlerinde.

Genel idareden belediyelere ayrılan bütçe payı da artacağına azalıyordu.

Elbette böyle bir yaklaşımla yerelden kalkınmak mümkün olmayacaktı.

1991 yılında Türkiye’deki siyasal zeminin de etkisi ile şehirlere adeta dolmuş ve geçim mücadelesi vermeye başlamış insanların, aynı şehirde yaşayan başkaları ile beraber hayata açmaya çalıştıkları yeni pencerelere yardımcı olacak belediyecilik anlayışı ön plana çıkmaya başladı.

Bu yeni anlayış, özellikle şehirlerde yaşayan ve gittikçe artan kültürel ve ekonomik basıncın etkisi ile çıkış yolları arayan insanların ruhlarına dokunacak yeni şeyler söylemeye başladı.

Kontrolsüz gelişen ve nüfusu artan her yerde, insanlara az da olsa ekonomik olarak nefes aldıracak meslek kurslarından tutun, hayatlarına renk katacak tiyatro, kütüphane, konser etkinliklerine kadar unutulmuş ne varsa hepsini hatırlattı.

Artık şehrin içinde yeni bir dönem başlıyor, insanlar kendilerini ve yaşadıkları yeri yeniden örmeye ve inşa etmeye başlıyorlardı.

Bu şekilde 2015 yılına kadar gelindi. Geçen süreç içinde net bir şekilde başarı elde edildi. Her türlü sıkıntılara rağmen toplumsal çatışmalara müsaade etmeden, bu süreci kendi dinamikleri ile yürütmek kolay değildir.

2015 ve sonrası, tamamen dünyanın kültürel küçük bir köy haline geldiği dönemdir.

Artık çarpık çurpuk yapılaşmalarına, dar ve nefes aldırmayan sokaklarına, yeşile hasret kalmış yollarına, estetikten uzak ve sağlam olmayan binalarına rağmen yeni nesil, dünyadaki diğer şehirleri ve güncel hayatları cep telefonlarından görmeye başladı, interaktif şekilde iletişim de kurdu.

Yeni nesil dünyanın başka tarafında güzel olan ne varsa aynısını kendisi içinde istemeye başladı. İşte küresel hayatın başladığı nokta tam da burası oldu. 

Aslen orada olmasanız da, her gününüzü, her anınızı paylaştığınız, dünyanın öbür ucundaki yaşayanlardan bahsetmekteyiz. Küreselleşme işte böyle bir dinamiğe sahiptir.

Sonrası da vardır elbette. İşte o sonrası baş döndürücü ekonomik, sosyal ve kültürel etkileşimlere sebep olmaktadır.

Biz tek bir soru sorabiliriz, toplum olarak bu sürecin mağduru muyuz, aktörü müyüz?

Bu sorunun cevabını bulmak isteyenler şehirlerimize bakmalıdırlar.

Küresel yeniliklere, ekonomik gelişmelere, sanatsal faaliyetlere “maruz kalan” taraf olduğumuz sürece küreselleşmenin bizi içinde eritme ve renksizleştirme tehlikesi vardır.

Şehirler, şehirler, şehirler. İşte bu yüzden güzel ülkemizde, birliğimizi muhafaza ederek, şanlı bayrağımız altında yerel idarelerimizi ve şehirlerimizi, tarihinin muhteşem kültürel yansımaları eşliğinde ekonomik, sosyal, kültürel açıdan yeniden tahkim etmeliyiz.

Biz marka olmalıyız.

Küresel dünyaya kendi rengimizi vererek, onun rengini değiştiren konumda olmalıyız.

Peki, kim yapacak bunları?

Bunları küresel olmuş şehirlerimiz yapacaktır.

Bizim şehirlerimizde son 60-70 yıldır yaşanan kimlik bunalımları, geçmişten kopuştan kaynaklı değildir. Geleceğin akışı içinde kendine yer bulamamaktan kaynaklıdır.

Biz şehirlerimizde ortak geleceği inşa eden ve böyle şekillenen hemşeriler olmak zorundayız.

Ortak geleceğimizin malzemesi içinde, ortak tarihimiz, inancımız, vatanımız, bayrağımız ve milli ülkülerimiz vardır. Bunlar ile inşa olmayan geleceğin adı asimilasyondur.

Başka kültürlerin, başka inançların etkisi altına girmektir. Türk Milleti asla asimle olacak bir millet değildir. Tarihinde kimseyi asimle etmemiştir, asimle de olmamıştır.

Aslında Dünya Şehri kavramı finansal bir tanımdır.  Bu tanımlama şekli noksan ve hatta yanlıştır.

Bu yanlış bakışa göre dünyada 2 büyük Küresel Şehir vardır. Biri Londra, diğeri Newyork’tur.

Bu ikisinin de ortak özelliği para havuzu olmalarıdır.

Şehircilik ve yerel yönetim hizmet kalitelerine bakıldığında İstanbul ile rekabet edebilecek durumda bile değildirler. Ama isimleri Dünya Şehri olmuştur.

Bunları Hong Kong, Paris, Sydney, Pekin gibi şehirler takip etmektedir.

Üçüncü gurupta İstanbul, Milano, Madrid, Moskova, Bürüksel gibi şehriler vardır.

Dikkat edilirse, bu mantığa göre şehirciliğin dünya çapında oluşunu belirleyen temel öge paradır. Kent’e dair diğer hizmetler sonra gelmektedir.

Dünya şehri olarak markalaşmış olan bu yerlerde sefalet içinde yaşayanların oranı az değildir. Sokakta yaşayanlar vardır.

Küresel şehirlerin elbette bazı özellikleri vardır. Küresel şehir olmak için öncelikle, ürettiğiniz değerler ulusal ekonomiyi aşıp, dünyaya açılacak şekilde yarışabilirliği yakalamalıdır. 

Bu işler yerel ekonomilerin dünyayla boy ölçüşecek hale gelmesi ile mümkündür. Bu konuda yerel yönetimler, dünyayı okuyan, dünya ile ilişkiler kurabilmiş şekilde şehirleşme çalışmalarının öncüsü olabilecek potansiyel taşımaktadırlar.

Yerel yönetimler, yerelden küresele marka katkısı bakımından önemli fonksiyona sahiptir.

Küresel şehirler birer üretim, dağıtım ve yönetim merkezi konumundadırlar. Kentler artık teknolojik çağın tam ortasındadırlar. Mal ve sermaye akışları ışık hızında yaşanmakta ve etkileşimler baş döndürücü süratte olmaktadır.

Bu süreçte küresel anlamda dünyanın diğer şehirlerindeki sermayeyi çekebilecek alt yapıya kavuşmuş kentler, dünya kenti olmak yolunda önemli bir adım atmış olacaklardır.

Dünya Kenti veya Küresel Şehir olmak, sadece çokuluslu sermayeyi bölgeye çekmekle olmamalıdır. 

Dünya Kentleri iyi şehircilik uygulamaları ile birlikte aynı zamanda finans merkezi konumunda olmalıdırlar.

Küresel bir kent, tüm altyapı ve üstyapı gelişimleri devam eden, bunun yanında ürettiği ekonomik ve sosyal değerler ile küresel ticaret ve finans işleyişinin adreslerinden biri olan, karar alıcı nitelikteki yerdir.

Küresel Kent veya Dünya Şehri olacaksanız, size ne ürettiğinizi, hangi markaları icat ettiğinizi, ülkenize, milletinize ve dünya insanlarına ne faydanız olduğunu soracaklardır. 

Dünya Kenti yüksek teknoloji altyapısına ve dünya piyasalarında karşılığı olan ekonomik potansiyele işaret etmektedir.

O halde, adeta sihirli bir sözcük gibi önümüze konulan küreselleşmeye ve Dünya Şehri olmak kavramına dikkatli şekilde yaklaşmalı, onu inkâr etmeden, yok saymadan, ama ne olduğunu bilerek zararlarına maruz kalmadan, şehirlerimizi yaşanabilir, mutlu ve huzurlu insanların yerleri haline getirmeye devam etmeliyiz. Bunun yolu da milli birlik ve beraberlikten geçmektedir.

Birilerine göre değil bize göre ve özgü olan, planlaması sağlıkla barışık, engelli ve yaşlı dostu olan, çocukların emniyette olduğu, akıllı ulaşımın hâkim olduğu, afetlere dirençli, yeşilin önemsendiği, tarihi kültürel yerlerin korunduğu, sağlıklı huzurlu ve mutlu insanların yaşadığı, böyle kentlilerin ortak ürettiği değerlerin şehri finans cazibe merkezi haline getirdiği bir yerin gerçekten Dünya Şehri olduğunu ilan etmeliyiz.

Sağlık ve afiyet dileklerimle.


İlgili Etiketler

İlgili etiket bulunamamıştır.


Bu makale 7.11.2024 17:51:28 tarihinde eklenmiş ve toplam kere okunmuştur.