Susuzluk, Sessizlik ve Vicdan




Bir Davranış Bilimleri Uzmanının Notları

I. Bir Damla Su

Kadın, metal bir kapının önünde oturuyordu.

Kucağında üç yaşında bir çocuk… yüzü solgun, nefesi sığ, gözleri donuktu.

Elindeki küçük şişenin dibinde bir yudum su kalmıştı.

Kendisi içmedi. O son damlayı çocuğun dudaklarına damlattı.

Su bitti.

Bir süre sonra çocuk da sustu.

O görüntüyü bana anlatan arkadaşımın sesi hâlâ kulağımda:

“Mehmet abi, o an sadece su değil, insanlık da tükenmişti.”

Ve ben o cümlede şunu hissettim:

Bir toplumun çöküşü, suyun bittiği yerde değil, vicdanın sustuğu yerde başlar.

II. Tanıklık ve Gerçekler

Ben bir davranış bilimleri uzmanıyım.

İnsan davranışını, travmayı, korkuyu, çaresizliği okurum.

Savaş bölgelerine giden dostlarım, meslektaşlarım ve sivil gönüllülerden aldığım her bilgi, insan psikolojisinin ne kadar derin bir yıkım yaşadığını gösteriyor.

İsveçli aktivist Greta Thunberg’in “suya erişemedik, insanlar hastalandı, bizi kafeslere koyup gazla öldüreceklerini söylediler” sözlerini duyduğumda, o cümlenin içinde sadece fiziksel değil, psikolojik bir çöküş gördüm.

Susuzluk yalnızca bedenin değil, ruhun da tükenişidir.

Uzun süreli korku, belirsizlik ve umutsuzluk, insanın davranış sistemini bozar.

Bir noktadan sonra insanlar artık bağırmaz, sadece içe kapanır.

Ve tarih boyunca en büyük trajediler, insanların artık tepki veremediği anlarda yaşanmıştır.

III. Davranışsal Analiz: Korkunun Kültürü

Korku, bir yönetim aracına dönüştüğünde, toplumun davranışlarını şekillendirir.

Kafeslere koyulan, suyu kesilen, sindirilen insanlar yalnızca fiziksel olarak değil, psikolojik olarak da kontrol altına alınır.

İnsanı insana yabancılaştıran, tam da bu mekanizmadır.

Benim gözümde bu sadece bir siyasi mesele değil, kolektif bir travma modelidir.

Bir grup korkutularak sessizleştirilir, diğer grup bu sessizliği normalleştirmeye başlar.

Zamanla herkes korkunun bir parçası olur.

Ve en acı olanı:

Korku, bir süre sonra vicdanın yerini alır.

IV. Hukuk, Psikoloji ve Vicdan

Uluslararası hukuk, insan onurunu korumak için vardır.

Ama insanın ruhu korunmuyorsa, yasa da anlamını yitirir.

Çünkü zulmün ilk etkisi bedende değil, zihinde başlar.

Bir insanı yeterince uzun süre aşağılanmaya, susuzluğa, korkuya maruz bırakırsanız,

o artık yalnızca bir mağdur değil; dünyaya küsmüş bir varlık haline gelir.

Bu nedenle, yaşananları yalnızca “siyasi kriz” olarak değil, insanlık krizi olarak okumak zorundayız.

Davranış biliminin en temel gerçeği şudur:

Bir toplum, acıya alıştığında, en büyük yıkımı yaşamış demektir.

V. Tarafsızlık ve Vicdan

Ben kimsenin tarafında değilim.

Bir ülkenin değil, insanlığın tarafındayım.

Çünkü acının milliyeti, dini, dili olmaz.

Ağlayan bir annenin gözyaşını hangi sınır haritaya sığdırabilirsiniz ki?

Bazen sessiz kalmak tarafsızlık değil, katılım anlamına gelir.

Ve ben, bir davranış bilimleri uzmanı olarak biliyorum ki;

bir toplumun psikolojisini en çok bozan şey, seyirci kalmış adalettir.

Greta Thunberg’in sözleri, politik bir açıklamadan fazlasıdır.

Bu sözler, insanlığın aynasında beliren bir çatlağın ifadesidir.

O çatlak büyürse, bir gün hepimiz o aynada kendimizi göreceğiz.

VI. Hikâye: Susuzluktan Kalan Son Kelime

Bir çocuk, su bulamayınca toprağı avuçlamış.

Belki suyu arıyordu, belki sadece tutunacak bir şey.

Yanına giden gönüllü sordu:

“Su mu istiyorsun?”

Çocuk başını salladı, gözlerini kaldırmadan fısıldadı:

“Hayır… annemi.”

O cümleyi dinlerken sustum.

Çünkü bazen en derin susuzluk, bedende değil kalpte yaşanır.

Bir davranış bilimleri uzmanı olarak değil, bir insan olarak söylüyorum:

İnsanlık hâlâ kurtulabilir.

Yeter ki, suyu bulamasak bile vicdanı kaybetmeyelim.

İnsani Gözlem ve Psikososyal Analiz Raporu -2025

“İnsanın davranışı, vicdanının aynasıdır.”

 


İlgili Etiketler

İlgili etiket bulunamamıştır.


Bu makale 12.10.2025 13:45:40 tarihinde eklenmiş ve toplam kere okunmuştur.